Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim
Kur'an Ne Buyuruyor, Bu Zat Ne Diyor?
Kur'an ne buyuruyor, bu zat ne diyor?
ÜÇ MUHAMMED isimli kitabın çelişkilerini/tenâkuzlarını ve Müslümanlara attığı çamurları yaza yaza bitiremiyorum.
Tabii ki siz de okuya okuya bitiremiyorsunuz. Bu kitabı baştan beri okuyanlar, ÜÇ MUHAMMED isimli kitabın yazarının ismini ezberlemişlerdir. Artık ismini yazmaya bile ihtiyaç duymadığım yazarın kitabı, sonundaki âKaynakçaâsıyla beraber 292 sahife. Ben şu anda kitabın 146. sahifesindeyim.
Yazar, bu sahifede lafı velilerin büyüklerinden Muhyiddin-i Arabî kuddise sirruh Hazretleriâne getirerek, âPisagorcu Hermetik irfan okulunun hocaları elinde yetişmiş olan İbn Arabîâ¦â diye söze başlıyor.
Gayesi baştan belli; karalamak. Ama bir bahane bulması lâzım. Buluyor daâ¦
Mübârek zatın, âKalbim vasıta olmaksızın Rabbimden haber verdi kiâ¦â sözünü ele alıyor. Bu sözü şöyle değerlendiriyor:
âKasdettiği âvasıtaâ elbette Peygamber idi. Çünkü, ancak peygamberler Allahâtan vahiy alırlar ve ancak onlar Allahâın kelamına aracılık ederlerdiâ¦â
Yazar, Muhiddin-i Arabî Hazretleriânin böyle söylemekle kendisini peygamber gibi gördüğünü söylemek istiyor. Ama onu tenkit edeceğim derken daha ilk adımda kendisi yanlışa düşüyor.
Önce şunu hatırlatalım:
Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, yanlış kanaatlara sahip olacaklarını bildiği için, kendisini anlamayanların, eserlerini okumalarını zaten uygun görmüyor. Zira tasavvufun tadından tatmayanlar, tasavvuf erbabının sözünü de anlayamazlar. Onun için, Bay Yazarâdan da Muhiddin-i Arabi Hazretleriâni anlaması beklenmez.
Ancak, yukarıdaki âKalbim vasıta olmaksızın Rabbimden haber verdiâ sözü, öyle derin mânâlar taşıyan bir söz olmadığı için anlaşılmayacak bir söz değil. Mübârek zatın ne dediği, ne demek istediği ortada. Bunu anlamak için azıcık ilim, azıcık dikkat ve en önemlisi azıcık iyi niyet yeter. Yeter ki, okuyan iyi niyetle okusun ve okuduğunu anlayabilecek bir kabiliyete sahip olsun.
Ama Bay Yazar anlayamıyor veya anlamak istemiyor, onun için de tenkide yöneliyor. Anlayamadığına göre, acaba onda eksik olan ne? İlim mi, iyi niyet mi yoksa anlama kabiliyeti mi?
Eksik olan hangisi olursa olsun, bu hal, İslam topluluğunu, âAnlama problemi hastalığı taşımaklaâ suçlayan bu yazara, hiç mi hiç yakışmıyor. Ve bilmiyor ki kendisi aynı hastalıkla maâlûlâ¦
âKalbim vasıta olmaksızın Rabbimden haber verdiâ sözünü ele alan Yazar, kendince değerlendirmeye kalkışarak, âKasdettiği âvasıtaâ elbette Peygamber idi. Ancak peygamberler Allahâtan vahiy alırlarâ diyerek gülünç duruma düşüyor.
BU GÜLÜNÇ HALİ İBRETLİKâ¦
Eğer sıradan bir kimse olsaydı, onun böyle bir anlama problemi hastalığına düşmesi normal görülebilirdi. Dolayısıyla ne gülünç duruma düşmüş olurdu ne de biz kendisine gülerdik.
Gel gör ki, bu şahıs kendisini öyle yüksek bir yerde görüyor ki, Kurâan-ı Kerimâe mânâ vermek ve o meydanda söz sahibi olmak iddiasıyla ortada perende atıyor. Tarihteki derya gibi İslam âlimlerini âhaddi olmadığı halde, haddini aşarak- dalga geçerek tenkit etmeye kalkışıyor. İslam fıkhını altüst etmek için de var gücüyle çalışıyor.
Öyleyse, biz de onun bu yanlışlarını hem tenkit edeceğiz hem de gülünecek haline gülebildiğimiz kadar güleceğiz.
Şimdi gelelim Bay Yazarâın anlama problemli hatasına ve gülünç haline:
Yazar bir kere, Muhiddin-i Arabî Hazretleriânin âKalbim vasıta olmaksızın Rabbimden haber verdiâ sözünden, onun kalbini okumaya kalkışıyor ve âBana vahiy geldiâ demek istediğini iddia ediyor. Buna itiraz olarak da, âAncak peygamberler Allahâtan vahiy alırlarâ diyor.
Kurâan-ı Kerimâe mânâ vermek iddiasındaki bir kişinin böyle bir değerlendirmeye gitmesine sadece gülünür. Çünkü, vahiy alanlar sadece peygamberler değildir. Buna birçok âyet delildir.
Kurâan-ı Kerimâde Rabbimiz şöyle buyuruyor:
a) âRabbin bal arısına şöyle vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve (halkın sizin için) kurdukları çardaklardan (göz göz) evler edin.â (Nahl sûresi, âyet: 68)
b) âBöylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti.â (Fussılet sûresi, âyet: 12)
c) âÇünkü şüphe yok, Rabbin ona (yeryüzüne) vahyetmiştir.â (Zilzal sûresi, âyet: 5)
d) âHani Rabbin meleklere, âMuhakkak ki ben sizinle beraberim. Haydi iman edenlere destek olun. Ben kâfirlerin yüreklerine korku salacağım. Vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarınaâ diye vahyediyordu.â (Enfal sûresi, âyet: 12)
Demek ki, Rabbimiz bal arısına da, göklere, yeryüzüne ve meleklere de vahyetmiş.
Yani, Bay Yazar âAncak peygamberler Allahâtan vahiy alırlarâ derken, sadece fena halde yanılmakla kalmıyor, Kurâan ilminden bîbehre ve âyetlerden bîhaber olduğunu da ortaya koymuş oluyor.
Sadece bu yanlışıyla kalsa iyi. Peygamberler hakkındaki, âAncak onlar Allahâın kelamına aracılık ederlerdiâ sözü de yanlışâ¦
Cebrâil Aleyhisselam, Allah ile peygamberleri arasında Allahâın kelamına aracılık etmemiş midir?
Böyle sayısız yanlışlarına bakmadan, bir de Muhiddin-i Arabî Hazretleriâni İslama zıt fikirlerle suçlaması yok mu, eh bu kadar olur yaniâ¦
Ama o hâlâ hızını alamıyor ve kendi haline bakmadan Muhiddin-i Arabî Hazretleriâni aynı sahifede acımasız bir şekilde, İslam dışı bir vasıfla, kâhinlikle, kehânette bulunmakla suçlamaktan geri kalmıyor.
KENDİ SIĞ BİLGİSİNE BAKMADANâ¦
İnsan, âlimlerin eserlerini tenkit niyetiyle ve sığ bir bilgiyle okursa aklı tabii ki o eserlerdeki derin bilgileri kavrayamaz. İyi niyetli kimselerin yapacağı şey, İslam âlimlerine karşı kılıç sıyırıp hücum etmek değil, anlamakta güçlük çektiği meseleleri anlamaya çalışmaktır.
Yapılması gereken bu olduğu halde, bir kimse anlama eksikliğiyle kalmayıp okuduklarına bir de itiraz ederse ona ne demeli bilmem? Bay Yazarâın hali işte bu.
Muhiddin-i Arabî Hazretleriânin bir sözünü okumuş, bilgi eksikliğinden dolayı anlayamamış, oturup bilgisizliğini gidermek için çalışmak yerine basmış itirazı. İtiraz ettiği söz şu:
âAllahâın büyük kulları, kendi zamanlarında nübüvvet devrine nisbetle nebiler mesabesinde olmaktadır.â
Bay Yazar, eğer Peygamberimizâin âÂlimler peygamberlerin vârisleridirâ hadis-i şerifini ve âBenim ümmetimin âlimleri İsrailoğullarının peygamberleri gibidirâ hadisini öğrenip içine sindirebilseydi, Muhiddin-i Arabî Hazretleriânin sözünün bu hadis-i şeriflere ters düşmediğini bilir ve ilim sahibi olmayanların bile düşmeyeceği böyle basit yanlışlara imza atmaz ve gülünç duruma düşmezdiâ¦
BİR GÜLÜNÇ HAL DAHAâ¦
Başka bir konu:
Değerli okuyucu! Felsefe ayrı İslam ayrıdır. Çünkü İslam ilâhîdir felsefe ise insânî. Onun için İslam itikadı, felsefeyle taban tabana zıttır. Onun için, İslam itikad / inanç kitaplarında, sıkı sık âİslam âlimleri şöyle diyorlar, felsefeciler ise şöyle söylüyorlarâ cümlelerine rastlanır.
Din, geldiği toplumun hayatını Allahâın istediği şekilde değiştirme gayesini güttüğü halde, felsefede bu yoktur. Nitekim Bay Yazar da, âFelsefe doğası gereği hayatı değiştirme iddiası taşıyamazâ diyerek bu gerçeği kendisi de kabul ediyor. (Üç Muhammed, sa: 148)
Ediyor etmesine de, tenakuzlardan / çelişkilerden bir türlü kurtulamadığı için, aynı sahifenin ilk satırına âÇağdaş bir İslam felsefecisiâ tabirini oturtarak, bir tenakuza daha imza atıyor, tenakuz yumağına bir yenisini daha ekliyor ve bir defa daha gülünç duruma düşüyor.
PEYGAMBERİMİZâİ İNKÂR EDENİN KÂFİR OLDUĞUNDA ŞÜPHE Mİ VAR?..
Dinlerarası Diyalog fedaileri, âPeygamberimizâe inanmayanların da cennete gidecekleriniâ söylüyorlardı, Mustafa İslamoğlu nâm yazar ise, âPeygamberimizâin peygamberlik misyonunu yok sayanlarâ hakkında tereddütte; kesin hüküm veremiyor yani.
Bakın ne diyor:
âEn aşırı söylemlerle çıkan guruplar da dahil hiçbir müslümanın, Hz. Peygamberâin peygamberlik misyonunu yok sayması ya da inkar etmesi söz konusu olmamıştır. Bu düşünülemeyecek bir şeydir. Böyle bir şeyin olması durumunda, o kişi ya da kişilerin müslümanlıkla ilgileri tartışmalı hale gelecektir.â ( Üç Muhammed, sa: 152)
Gördünüz mü büyük tefsircinin(!) yazdıklarını!!!
Kurâan-ı Kerim, birçok âyette Peygamberimizâe inanmayanların kâfir olduklarını açık açık bildirdiği halde, Bay İslamoğlu aksi iddiada bulunarak âBu mesele tartışmalıdırâ diyor.
Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellem de, kendisinin peygamberliğini kabul etmeyenlerin imansız olup cehennemde ebedî olduklarını birçok hadis-i şeriflerinde bildirdiği halde, Mustafa İslamoğlu, âBöyle kimselerin Müslümanlıkla ilgilerinin tartışmalı olduğunuâ söylüyor.
Değerli okuyucu! Öyleyse ben de soruyorum:
Bu durumda bu zat neye ve kime karşı çıkmış oluyor?
Neyin ve kimin verdiği karara itiraz etmiş oluyor?
Onu ben söylemeyeyim siz söyleyinâ¦
HİÇ âİLİM-MİLİM BOŞâ DİYEN MÜSLÜMAN DUYDUNUZ MU?..
Yazarın Üç Muhammed isimli kitabında şöyle bir başlık var:
âÜÇ DİSİPLİN VE ÜÇ AYRI PEYGAMBER TASAVVURUâ (Sa: 194)
Yazar, bu başlık altında, örnek olarak Ebû Zerr radıyallâhü anhten şu hadis-i şerifi naklediyor:
âRasûlüllah ile birlikte, gün batımı vaktinde mesciddeydim. Bunun üzerine o dedi ki: âGüneşin nereye battığını biliyor musun?â Ben de âAllah ve Elçisi doğrusunu bilirâ dedim. Bunun ardından dedi ki: Allahâın hükümranlığı altında (tahteâl-arş) secde etmeye gitti. İşte yüce Allahâın âVe güneş de kendine ait sabit bir güzergâhda akıp gider; bu, İzzet sahibi ve Her Şeyi Bilenâin iradesinin sonucudur.â (36.38)
Buradaki cümle düşüklüğü Mustafa İslamoğluâna ait. Ben sadece naklediyorum.
Yazar, yukarıda okuduğunuz hadis-i şerifle alâkalı olarak, âBu haber karşısında, farklı düşünce yapılarına mensup insanların alabilecekleri muhtemel tavırları dört maddede toplayabilirizâ deyip değerlendirmeye geçiyor. Bu dört gurup içinde, kitap boyunca en çok kafa taktığı kimseler, kendi isimlendirmesiyle âYüceltmeci tavırâa sahip müslümanlardır.
Yazar kimseden bir şey duymadığı halde, kendi tahmin, muhayyile ve kurgusuna göre bu kimselerin yukarıdaki hadis-i şerif hakkında şöyle söyleyebileceklerini yazıyor:
âRasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem söylemişse öyledir, ben bunu bilir buna inanırım; bilim milim boş. Güneş secde etmeye gitmiştir.â (Sa: 195)
İslamoğlu burada, Peygamberimizâin her söylediğine kayıtsız şartsız inanan kimseleri basit göstermek için bir kurnazlık yapıyor. Böyle kimselerin ilme bilime değer vermeyecek kimseler olduğunu îmâ ediyor.
Halbuki, âResulüllah ne demişse doğrudur, ben bunu bilir buna inanırımâ diyen bir insan, âBilim milim boşâ der mi hiç? Ama kurnaz yazarımız, Resûlüllahâın her sözüne inanan kimseleri işte böyle göstermek gayretinde.
Bir müslümanın, âResûlüllah ne demişse doğrudur, ben bunu bilir buna inanırımâdemesinden daha normal ne olabilir?
Peygamberimiz Miracâdan döndükten sonra, müşrikler Hazreti Ebû Bekir Efendimizâe gidip, âSeninki ne diyor biliyor musun? Bu gece Kudüsâe Mescid-i Aksââya gittiğini, oradan da göklere çıktığını söylüyorâ dediklerinde, O, âBu söylediklerinizi o mu söylüyor?â diye sordu. Müşrikler, âEvet o söylüyorâ dediklerinde, Hazreti Ebûbekir, âO söylüyorsa doğrudurâ demiş, bunun üzerine kendisine âSıddıkâ ünvanı verilmiştir.
Hazreti Ebû Bekir Efendimizâin tavrında görüldüğü gibi, bir müslümanın, âResulüllah ne demişse doğrudur, ben bunu bilir buna inanırımâ demesi zaten imanının gereğidir. Diğer Müslümanlara düşen de böyle söyleyen müslümanı küçümsemek değil takdir etmektirâ¦
Ama İslamoğlu hiç de öyle yapmıyor. Aksine, böyle söyleyeceğini kabul ettiği Müslümanları, âBilim milim boşâ diyecek olan câhil ve anlayışı kıt kimseler olarak tanıtıyor. Demek istiyor ki, âResulüllah ne demişse doğrudur, ben bunu bilir buna inanırımâdiyecek olanlar, âBilim milim boşâ diyecek olan basit kimselerdir.
NASIL OLMALIYMIŞ?..
İslamoğlu, yukarıdaki hadis-i şerif karşısında müslümanın tavrının nasıl olması gerekteğini âMakul müâmin tavrıâ başlığıyla şöyle izah ediyor:
âDurun bakalım, önce haberin Hz. Peygamberâe nisbetinin doğruluğunu araştıralım. Eğer o doğruysa, ondan sonra metnin Kurâanâa ve fiilî sünnete uygunluğunu araştıralım. Orda da sorun yoksa o zaman bizde bir anlama problemiâ var demektir; anlayıncaya kadar üzerinde düşünelim.â (Sa: 195)
Değerli okuyucu!
Son kısım hariç buna kim itiraz edebilir!.. Keşke imkanımız olsa da araştırsakâ¦
Önce yazarın sözünün, kabul etmediğimiz son kısmından başlayalım. Orada, âAnlayıncaya kadar üzerinde düşünelimâ demek icap ettiğini söylüyor. Kendince kurnazlık yapıyor ama gülünç duruma düştüğünden haberi yok.
âAnlayıncaya kadar üzerinde düşünelimâ ne demek? Herhangi bir hadisi bir ömür boyu anlamazsak kabul etmeyecek miyiz??? O zaman anlaşılmıyorsa, beklemekle anlaşılacak mı?
İslamda; sebep ve hikmetini anlayamadığımız bir sürü mesele var. Her meseleyi araştırıp anladıktan sonra mı kabul edeceğiz? Buna ömür yeter mi? Anlayamadıklarımızı ret mi edeceğiz?
Bize düşen, anlasak da anlamasak da gerçeklere teslim olup önce toptan kabul etmektir. Sonra Allah lütfeder onların hikmetlerini anlatırsa ne âlâ. Anlatmazsa, anlamadan da inanır kabul eder ve öyle yaşamaya devam ederiz.
Çünkü dinimiz teslimiyet dinidir. Bâtıla ve düşmana değil gerçeğe teslimiyetâ¦
Yazar, hadis-i şerifi hemen kabul etmeyip önce şöyle denilmesini istiyordu:
âDurun bakalım, önce haberin Hz. Peygamberâe nisbetinin doğruluğunu araştıralım. Eğer o doğruysa, ondan sonra metnin Kurâanâa ve fiilî sünnete uygunluğunu araştıralım.â
RESÛLÜLLAHâA İTİMADIMIZ YOK MU?..
Buna kimsenin bir şey diyeceği olmaz da, kurnazlık yapmaya da lüzum yok Bay İslamoğlu.
Çünkü:
İslam dini yeni gelmiş değil. Dolayısıyla hadis-i şerifler 14 asır önce söylenmiş olan Peygamber sözleridir. 14 asırdır da biliniyor. Bütün hadis-i şerifler hakkında, çoktan âHazreti Peygamberâe nisbetinin doğruluğunu araştıralımâ denilmiş, araştırılmış ve hadisler nakd-i rical, metin ve râvi tenkidini geçmiş ve Müslümanlar tarafından kabul edilmiş bulunuyor.
Bunun böyle olduğunu siz da bal gibi biliyorsunuz. Bildiğiniz halde, 14 asır sonra ne düşünceyle bu meseleyi hâlâ kurcalayarak âHazreti Peygamberâe nisbetinin doğruluğunu araştıralımâ diyorsunuz?
Dediğim gibi, zaten araştırılacağı kadar araştırılmış.
Hani siz hadisleri dışlayanları tenkit ediyordunuz?
Ne oldu da 14 asır sonra kendiniz böyle bir araştırmaya tekrar ihtiyaç duyuyorsunuz?
Yoksa, âEski âlimlerin yaptıkları kâfi değil; hadisler yeni baştan tekrar araştırılmalı. Onu da yapsak yapsak biz yaparızâ mı demek istiyorsunuz?
Doğrusu teklifinizden ciddi mânâda işkilleniyorum. Çünkü, baksanıza bir hadis-i şerifin Hazreti Peygamberâe nisbetinin doğru olmasını kafi görmüyor, ondan sonra âDoğru olsa bile bu metnin Kurâanâa ve fiilî sünnete uygunluğunu araştıralımâ diyorsunuz.
Buyurun araştırın, ama bir hadisin Hazreti Resûlüllah tarafından söylendiği kesinse siz daha neyi araştıracaksınız?
Hâşâ, Hazreti Resûlüllahâın sözünün Kurâanâa ve ve fiilî sünnete ters olup olmadığını mı?
Hazreti Resûlüllahâın, sözünün fiiline ters düşmesi mümkün mü?
Resûlüllahâın, söylediği başka yaptığı başka olabilir mi ki, onun ağzından çıkan bir sözün kendi yaptığına da uyup uymadığına bakacaksınız?
Hazreti Resûlüllahâın sözü özü bir olmayacaksa kimin olacak?
Siz Hazreti Resûlüllah hakkında böyle bir ihtimal mi görüyorsunuz ki, âSöylediği kesinse fiilî sünnete yani yaptığına uyup uymadığına da bakılması gerektiğiniâ söylüyorsunuz?
Bu nasıl bir Müslüman tavrıdır Allah aşkına?
İslam tarihinin herhangi bir safhasında böyle bir tavrın olduğuna, böyle bir müslüman tavrının bulunduğuna dair bilgi sahibi olan varsa Allah rızası için bildirsinâ¦
Teklifim aynı zamanda, Sayın İslamoğluâna:
Sayın İslaomoğlu!
Peygamberimizâden beri, hadis-i şerifler hakkında, sünnî olsun şiî olsun, sizden başka böyle bir teklifte ve itirazda bulunan kimse olmuş mudur?
Ali EREN | 16.05.2013
teşekkürler
41paylasim icin tesekkurler